Bir Anarko-Kapitalist Başarı Öyküsü
Benjamin Williams - 26.08.2022
Anarko-kapitalizm, bir ideoloji olmasına karşın onun gerçek dünyada ulaşılıp başarılabilir olduğunu doğrulayan birkaç tarihsel emsal mevcuttur. En yaygın örnekler Vahşi Batı, Orta Çağ İzlandası ve Cospaia’dır. Ancak, kısa süre öncesine kadar neredeyse hiç tanınmayan harika bir devletsizlik tecrübesi daha var: Akadya, Nova Scotia.
Ekonomistler Rosolino Candela ve Vincent Geloso 2020’de, Fransız kolonisinin tarihini 1650’den 1755’e kadar ayrıntılı olarak inceleyen bir makale yayınladılar. Makale, yıllarca süren araştırmalara dayanarak bize Akadya’nın idaresi ve ekonomisi hakkında çok net bir görüş verdi. Umuyorum ki bu araştırma devletsiz toplumların uygulanabilirliğine daha fazla ışık tutacaktır.
Tarihçiler, Fransız yerleşimcilerin nüfusunun yaklaşık on altı bin kişiyle zirveye ulaştığını tahmin ediyor. Akadya nüfusunun çoğunluğu Katolik dindardı ve özel mülkiyet hakları ile bireysel özgürlükler söz konusu olduğunda gayet liberteryen bir zihniyeti muhafaza ettiler. Akadyalıların çoğu aslen, mülk sahibi olmalarına izin verilmeyen feodal bir düzenden geliyordu, bu yüzden Kuzey Amerika’daki yeni yaşamları fırsatlarla doluydu.
Anarşizm
Geloso ve Candela, Akadya’yı 1650’lerden sonra “göreceli devletsizlik” içinde olarak tanımlar. Teknik olarak Fransa egemenliği altındayken, Fransız devletini büyük ölçüde görmezden geldiler ve doğrudan veya dolaylı olarak vergi ödemediler. Fransa, 1671’den 1707’ye kadar Akadyalıların servetlerini takip eden nüfus sayımları yaptı, ancak onları vergilendirmek çok zordu.
Devletten hoşlanmamalarına rağmen, Akadyalılar çok hiyerarşik bir topluma sahipti. Servetin eşit yeniden dağıtımı ve kolektif mülkiyet hiçbir yerde mevcut olamazdı. Bazı aileler daha fazla servet inşa etti, ancak bu hiç de kötü bir şey değildi. Toplumsal iş bölümü, tüm topluma büyük miktarda servetle fayda sağladı; ayrıca hiyerarşiler iyi yapılandırılmış ve âdildi.
Akadyalılar inançla kilise hizmetlerine ve ayinlere katılıyorlardı. Bu faaliyetler, toplulukları birbirine bağlamak için hayati önem taşıyordu.
Cemaat toplantıları devletin ana ikamesiydi. Toplu karar alma yoluyla büyük ve önemli sorunları çözmek için kurulmuş, zorlayıcı olmayan ve gönüllü bir siyasî yapıydılar. Hane reisleri ve halk tarafından atanan delegeler meclisleri oluşturuyordu. Karar verme genellikle bölünmezdi ve oybirliğiyle alınıyordu ve tipik olarak nispeten yüksek katılım oranlarına sahipti. Anlaşmazlık çözümü hızlı ve âdildi ve herhangi bir Rothbard veya Hoppe hayranının oldukça çekici bulacağı bir şeydi.
Akadyalıların yanı sıra, sayıları 3250 civarında olan yerli Mikmaklar yaşıyordu. Mikmaklar yarı göçebeydiler ve çok gevşek siyasî yapılara sahip olmalarıyla ünlüydüler ve bu hususlar devletsizlik olarak sınıflandırılabilirdi. Mikmak kültüründe en önemli şeylerden biri aile ve akrabalığın temel nokta olarak vurgulanmasıdır. Bu aile yapıları ile Mikmaklar, tıpkı Akadyalılar gibi, bir devlete ihtiyaç duymadan güçlü topluluklar kurabilmişlerdir. Akadyalılar ve Mikmaklar, sırf baskıcı devletlerden hoşlanmamalarıyla güçlenen çok yakın bir ilişki kurdular. Tarihçi David Jones’un yazdıklarına göre,
Akadyalılar, kıtadaki diğer birkaç yerleşimci sınırının sahip olduğu bir lüks olan, yakın bir yerli saldırı veya ayaklanmanın sürekli tehdidinden büyük ölçüde uzakta yaşamaya naillerdi.
İki halk arasındaki ilişki, tartışmasız Kuzey Amerika’daki en barışçıl ilişkilerden biriydi, komşu Quebec’teki Beyazlar ve Kızılderililerin aralarındaki ilişkilerden çok daha barışçıldı. Halklar sıklıkla ticaretle uğraşır ve farklı ırklara mensup fertleri birbirleriyle evlenirdi. Akadyalılar, geleneksel Mikmak inancıyla uyumlu olarak görülen Katolik inancını paylaştı.
1733’te Britanya Monarşisi bölgenin kontrolünü ele geçirdi; Fransa’nın görece müdahaleci olmayan yaklaşımını sürdürdüler. İngilizler, Akadyalılardan bağlılık yemini etmelerini istediler, ancak onları Fransızlara veya Mikmaklara karşı silah taşımaktan muaf tutan, özel mülkiyet haklarını koruyan ve din özgürlüğünü destekleyen tavizler olmadan yemin etmeyi reddettiler. İngiliz ordusu subayı Paul Mascarene, 1720’de Akadyalılar hakkında şunları söyledi:
Keyiflerine uymazsa kendilerine gönderilen tüm emirleri alaya almakta ve hiçbir devlete itaat etmemeyi esas almaktadırlar.
Kapitalizm
Akadya ile ilgili en etkileyici şeylerden biri inanılmaz zenginliğiydi. Serbest piyasa sistemi ve Mikmaklar ile açık ticaret, Akadya’yı Fransa’dan daha zengin kıldı ve oradaki yaşam kalitesini çok daha iyi hâle getirdi. Bazı eşitsizlikler olsa da çoğu köylü kendi topraklarına sahipti ve kendileri için rahat bir hayat kurabiliyorlardı. Tarihçi Gregory Kennedy, Akadyalıları şöyle anlatıyor:
Oldukça piyasa odaklılar ve tarım faaliyetlerini mevcut ticaret fırsatlarını en iyi düzeyde değerlendirebilecekleri şekilde organize etmekteler.
Akadyalı çiftçiler ve avcılar büyük miktarda ihtiyaç fazlası üretiyorlardı ve bunlar daha sonra metaller, işlenmiş ürünler ve tüketim malları gibi yerel olarak bulunmayan malzemelerle takas ediliyordu. Kürk ve balık en çok ihraç edilen ürünlerdi ve Fransa tarafından çok rağbet görüyordu.
Kovulma
Ne yazık ki, 1755 Ağustos’unda, Akadyalıların barış ve refahı, Tuğgeneral Charles Lawrence’ın emriyle Britanya İmparatorluğu ordusu tarafından uygulanan ve nüfusun %55’inin ölümüyle sonuçlanan etnik temizleme sonrası sona erdi. İngilizler bunu, Akadyalıların geleneksel olmayan yöntemlerini ve yaşam tarzlarını küçümsemeleri, başarılarını ve zenginliklerini kıskanmaları ve yerlilerle olan ilişkilerinden nefret etmeleri gibi birçok farklı nedenden dolayı yaptılar. Ancak tüm İngilizler bu eylemin gerekli olduğunu düşünmedi. Murray Rothbard, Conceived in Liberty’nin ikinci cildinde şöyle yazmıştır:
Sürgün başladıktan kısa bir süre sonra Lawrence, kralın Akadyalıları rahatsız etmeme emrini aldı. Tipik bir bürokrat gibi akıl yürüten Lawrence, kralın emrine itaatsizliğini rasyonelleştirdi: Bir kez başladı mı, hatalı olsa bile, sınır dışı etme süreci geri döndürülemezdi!
Sürgün edilmeseydiler, Akadya’nın gelişmeye devam etmesi ile yönetim ve ekonomi modelinin Kuzey Amerika’da çok geniş bir alana yayılması muhtemeldi.
Akadya topluluğu uygulanmış bir Ancap örneği olması açısından güzel ancak devlet/asker baskısı ile sürgün edilmeleri ise bir o kadar düşündürücü. Bundan çıkarılması gereken dersler var.