Wendy McElroy - 04.05.2011
Berry Picking Mains of Gray, James McIntosh Patrick
Yoğun seçim dönemi yaklaşırken ve taraflar partilerinin süslediği şapkaların tozlarını çırparken, bizlerin de 19. yüzyılda yaşamış Amerikalı anarşist Henry David Thoreau’nun “yaşama uğraşı” dediği şeyi anmamızda fayda var.
Çoğu liberteryen, Thoreau’yu 1849 tarihli Civil Disobedience (Sivil İtaatsizlik) adlı kısa denemesiyle ya da belki 1854 tarihli Walden, Or Life in the Woods (Walden Gölü ve Ormanda Yaşam) adlı kısa kitabıyla tanısa da Thoreau’nun çalışmalarının büyük çoğunluğu siyasetten ziyade doğayla -bitki örtüsü ve hayvanlarla- ilgilidir. Yazıları, yaşama uğraşına derin bir bağlılığı yansıtıyordu. Evini çevreleyen ormanda ve tarlalarda dolaşmaktan büyük zevk alıyordu. Günlüğüne yazamayacağı kadar değersiz görmediği hiçbir ayrıntı yoktu: Mesela kırık bir dal parçası, bir yaprağın arkasına gizlenmiş birkaç çilek, bir kuşun ötüşündeki yeni bir ton, bir böceğin kıpırtısı, onun için önemsiz değildi. Thoreau’nun günlüğünden saf ve basit bir yaşam sevinci fışkırıyordu, ki bu günlükler zamanında büyük övgülere mazhar olmuştu.
Aralarında Ralph Waldo Emerson’ın da bulunduğu entelektüel çevresindeki hiç kimse Thoreau’nun siyasî yazılarının zamana karşı direnebileceğini düşünmüyordu. Thoreau’nun erken ölümünden sonra, kız kardeşi Sophia onun henüz yayınlanmamış eserlerini Ticknor ve Fields aracılığıyla yayınlanmak üzere çok sayıda cilt hâlinde tasnif etti. Thoreau’nun siyasî içerikli makaleleri en sona saklandı ve A Yankee in Canada with Anti-Slavery and Reform Papers (1866) adlı bir ciltte yayınlandı. Bu ciltte yer alan “Sivil İtaatsizlik”, maalesef “Yakarışlar” ve “Yüzbaşı John Brown İçin Bir Savunma” adlı denemelerin arasına talihsiz bir şekilde sıkıştırılmıştı.
Mohandas Gandhi adında genç bir Hindistan bağımsızlık savaşçısı olmasaydı, bu deneme Thoreau’nun doğa üzerine yazdıkları arasında sadece garip ve yersiz bir yazı olarak kalabilirdi. Gandhi, “Sivil İtaatsizlik Görevi Üzerine”yi (Thoreau’nun denemesinin çeşitli başlıklarından biri de budur) Transvaal’daki Hint nüfusa karşı ayrımcılığı şiddet kullanmadan protesto etmek suçundan Güney Afrika’da bir hapishanede yatarken okumuştu. Bu deneme Gandhi’yi harekete geçirdi ve Thoreau’nun argümanının bir özetini yazıp yayınlayarak bu argümanı “keskin mantığı... asla reddedilemez” olarak nitelendirdi ve Thoreau’dan “Amerika’nın yetiştirdiği en büyük ve en ahlâklı adamlardan biri” olarak bahsetti.
Thoreau’nun makalesi büyük ölçüde Gandhi sayesinde sivil haklar lideri Martin Luther King gibi güçlü hayranlar da kazanmıştır. Böylece Thoreau’nun siyaseti garip ve dolambaçlı bir yoldan ülkesine dönmüş ve bir Amerikalı tarafından yazılmış en etkili siyasî metinlerden biri hâline gelmiştir.
Tabii ki bu duruma hiç kimse Thoreau’nun kendisinden daha fazla şaşırmamıştır, zira Thoreau için yaşama uğraşı siyasetten çok daha önemliydi.
Ve inanıyorum ki ünlü makalesinin adının “Sivil İtaatsizlik Görevi Üzerine” olarak değiştirilmesine itiraz etmiştir. Thoreau devlete direnmeyi insanların üstlenmesi gereken bir görev olarak görmüyordu. Tam tersine. Her insanın kendisine borçlu olduğu tek gerçek görevin mümkün olduğunca samimi ve dürüst yaşamak olduğunu düşünüyordu. Dürüst yaşamak ancak yasalarla ya da otoritenin diğer ifadeleriyle çatışmaya girdiğinde insanların siyasî bir tavır almaları gerekli hâle gelmeliydi.
Thoreau’nun ünlü sivil itaatsizlik eylemi -savaşı destekleyecek bir vergiyi ödemeyi reddetmesi- daha önce savaşa karşı konuşmuş olmasına rağmen kararlı bir siyasî muhalifin eylemi değildi. Hapishanede geçirdiği bir gecenin tek nedeni, devletin vergi tahsildarı kılığında kapısını çalmasıydı. O noktada, devletin yüzüne bakarken, Thoreau bir seçim yapmak zorundaydı.
Meksika-Amerika Savaşı’nın ahlâka aykırı olduğuna inanıyordu: Bu savaş onun hem ahlâk anlayışını hem de haklar teorisini ihlal ediyordu. Thoreau, savaşı destekleyerek bu “kötülüğe” katılmaya zorlanmadığı sürece, doğanın, ailesinin ve arkadaşlarının arasında, tadını çıkararak yaşamaya devam etmekten memnun görünüyordu. Ancak başkalarına yapılan baskıya katılmak Thoreau’nun sert bir çizgi çektiği yerdi, çünkü bu onun dürüst yaşama görevine aykırıydı.
Thoreau hapisten çıktığında, hemen bir grup gençle birlikte yemiş toplamaya gitti. Hiç kırgınlık veya kızgınlığı yoktu. Thoreau hiçbir şey kaçırmadan içtenlikle yaşamaya geri döndü. Hapishane sonrası bu yemiş toplama serüveni, Thoreau’nun tüm yazıları arasında en sevdiğim pasaja vesile oldu: Bol sulu bir hazine arayışında patikalarda dolaşırken, Thoreau kendini bir tarlanın tepesinde dururken buldu. Etrafını çevreleyen uçsuz bucaksız güzelliğe uzun uzadıya baktı ve “buralarda görünürde bir devlet yok” dedi.
Bugün devletin görülemediği yerleri bulmak Thoreau’nun zamanındakinden çok daha zordur. Belki de işte tam bu sebeple çabalamak çok daha önemli hâle geliyor.
Pek çok insan için devlet, aslında sevgi ve güven bağlarının hükümet yasalarıyla hiçbir ilgisinin olmadığı aile ve arkadaşlarıyla özel hayatlarını sürdürürken ortadan kaybolur. Diğer insanlar ise hayvan yetiştirmek gibi hobilerinde, tutkuyla bağlı oldukları işlerinde ya da kimsenin onları zorlamadığı hayır işlerinde âdeta kendilerini kaptırır ve devletten uzaklaşırlar.
Yemiş toplama anında ulaştığı kavrayışta Thoreau’nun haklı olduğuna inanıyorum. Sizi başkalarının ezilmesinde aktif bir suç ortağı hâline getirmeye çalıştığı durumlar dışında devletle yüzleşmek gibi bir göreviniz yoktur. Başkalarına yapılan adaletsizliğe karşı duranları alkışlamalısınız, ancak bunu birincil göreviniz olan içtenlikle ve dürüstçe yaşamak pahasına yapmamalısınızdır. Bu görev yalnızca devletin hâkim olduğu yaşam alanlarından geri çekilmeyi veya (mümkün olduğunda) uzaklaşmayı içermelidir. “Buralarda görünürde bir devlet yok” diyebileceğiniz yaşam alanları için çabalamanız yeterli olacaktır.
Comments