top of page

Ekonomi Bilimi Yasalarının Mantığı

Marcus Verhaegh - 01.12.2004


Ludwig von Mises, deneyime değil de mantığa dayalı bir iktisadî yasalar açıklaması ortaya koyar. Kısmen a priori -gerekçelendirilmesi deneyime bağlı olmayan- olana yaptığı bu vurgu nedeniyle Mises uzun zamandır Immanuel Kant’ın “transandantal” (aşkın) yaklaşımına dayanıyor olarak görülmüştür.


Öte yandan, Mises’in Kantçı terminoloji ve metottan uzaklaşması nedeniyle, birçok yorumcu Kant’a başvurmanın bir aldatmacadan başka bir şey olup olmadığını merak etmiştir.


Kant-Mises bağlantısının kısa bir açıklamasında, içerilen yorumsal meselelerin karmaşıklığı göz önüne alındığında, Mises’in nasıl bir “Neo-Kantçı” olduğu veya olmadığı sorusunu göz ardı etmek daha iyi olabilir. Bu, Kant ve Mises arasındaki geniş paralellikler ve uyumluluklar üzerine daha genel bir sorgulamaya izin verecektir. Bunu yapmak, Mises’in düşüncesinin “Königsberg’in bilgesinin” düşüncesiyle iyi bir arkadaşlık kurduğunu ortaya çıkaracaktır.


Kant ve Mises’in ortak noktası, dünyayı anlamlandırmak için durumun ne olması gerektiğini inceleyerek bilimsel ve pratik yasalar ortaya koyabileceğimiz yönündeki görüştür. Bu tür bir düşünce genel olarak “transandantal” olup, bu terim bilginin koşullarının araştırılmasında sorgulamayı temel almayı ifade eder. Örneğin, transandantal bir düşünür olarak Kant, “Her olayın sabit yasalar altında bir nedeni vardır” iddiasının, bilginin koşulu olduğu için doğru olduğunu bildiğimiz bir iddia olduğunu savunur.


Her olayın gerçekten de bir nedeni olduğundan emin olmak için sayısız deney yapmak zorunda değiliz. Aslında, eğer herhangi bir deney yapacaksak, dünyanın bu şekilde işlediğini varsaymak zorundayız. Eğer nedensiz olaylar mümkün olsaydı ya da doğa yasaları an be an rastgele değişseydi, o zaman doğa uygun bir bilgi nesnesi olmazdı ve bir doğa görüşüne diğerinden daha fazla inanmak da daha rasyonel (akılcı, makul) olmazdı. Deneyler de işe yaramaz olurdu. Dolayısıyla Kant’ın transandantal yaklaşımı, bilimsel deney ve diğer sorgulama biçimleri için başlangıç noktalarını güvence altına alır.


Mises’in düşüncesi de benzer şekilde “transandantal” bir düşüncedir. Örneğin Mises, bir kişinin bir malı başka bir malla takas ettiğini gördüğümüzde, basitçe alınan mala verilen maldan daha fazla değer verdiğini varsaymamız gerektiğine işaret eder. (Dolayısıyla, eğer bir Jaguar’ı bir Pinto ile takas edersem, bu -hangisinin daha değerli bir mal olduğu konusundaki görüşüme rağmen- Pinto’ya sahip olmaya Jaguar’a sahip olmaktan daha fazla değer verdiğim anlamına gelecektir.) Bu şekilde eylem, değer tercihlerini ortaya koyar.


İnsanların bir mübadelede alınan mala verilen maldan daha fazla değer verdiğini görmek için milyonlarca deney yapmamız gerekmez. Bunu görmek için bir deney yapmamıza da gerek yoktur. Hatta hiç deney yapmamıza bile gerek yoktur: Aksine, eğer bir insanın mübadelede bulunmasının ne anlama geldiğine dair herhangi bir bilgiye ulaşacaksak -ve mübadeleyi içeren diğer tüm iktisadî faaliyetler hakkında herhangi bir bilgiye ulaşacaksak- bu noktayı en baştan kabul etmemiz gerekir. “Bir mübadelede alınan mal, verilen maldan daha değerlidir” ifadesi, iktisadî bilginin bir koşulu olduğu için doğru olan bir şeydir, bunu deneyimsel olarak kanıtladığımız için değil.


Bu tür geniş paralelliklere dikkat çekmenin ötesinde, Mises’i Kantçı bir çerçeveye yerleştirmenin anahtarı, Kant için bireylerin nihai değerlemelerinin bilebileceğimiz türden şeyler olmadığını -kişinin kendi değerlemeleri söz konusu olduğunda bile- ve bu nedenle doğa biliminde kullanılan aynı türden yasalarla tanımlanmadığını kabul etmektir.


Bu nedenle Kant’a göre iktisadî değerle ilgili yasalar genellikle Kant’ın “reflektif yargı” dediği şey tarafından verilmelidir: Bu, doğada ne olduğunu açıklamayı amaçlamayan, daha ziyade biz insanların doğa ve doğadaki şeyler -örneğin insanlar- hakkında nasıl düşünmemiz gerektiğini ortaya koyan bir yargı türüdür. Böylece sosyal bilimlerde doğa bilimlerinde bulduğumuzdan daha “hermenötik” (yoruma dayalı) bir yaklaşıma sahip oluruz: Anlam ve yorumlama meselelerine dair daha büyük bir kavrayış gereklidir, zira sosyal bilimlerdeki kaygı, şeylerin uzamsal-zamansal nesneler olarak doğasından ziyade olguların insan bakış açısıyla nasıl ilişkili olduğuyla ilgili olmalıdır.


“Reflektif yargı” sınıflandırmasına bakmak, Kant’ın incelikli sistemine zarar vermekten kaçınmak açısından önemlidir. Dahası, bunu yapmak Kant’ın reflektif yargı açıklamasıyla açıkça ortaya koyduğu şeye, yani “beşeri bilimler” için doğa bilimlerinden farklı yöntemlere nasıl ihtiyaç duyulduğuna odaklanmamızı sağlar. Kant’ın buradaki görüşü Wilhelm Dilthey ve Ludwig von Mises’in çalışmalarında verimli bir toprak (gelişmeye elverişlilik) bulmuştur.


Aynı zamanda Kant’ın yaklaşımı, fiziksel ve biyolojik bilginin uygulanması yoluyla doğal güçleri yönetmede kaydettiğimiz ilerlemenin, insan yaşamlarının ve arzularının devlet tarafından yönetilmesi için de benzer bir olasılığa işaret ettiğini düşünen Neo-Hegelci “aklın iyimserleri” tarafından görmezden gelindi ya da yanlış anlaşıldı.


Kültüre yönelik bu tür bilimsel ve yönetsel (managerial) yaklaşımlar karşısında, yeniden gözden geçirici (revisitionist) düşünce akımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Ve böylece, 19. Yüzyıl Neo-Kantçılarının dediği gibi: “Kant’a geri dönüyoruz!” Burada, Avusturya İktisat Ekolü’nü daha geniş bilim, ahlâk ve estetik teorileriyle ilişkilendirmek için bize önemli entelektüel araçlar sunan, pek çok hatası ve pek çok anlaşılmazlığı olan bir düşünür bulacağız. Bu tür araçlarla, Devlet aygıtının yayılan, insanı kurutan dallarına karşı ilerlerken çok şey başarılabilir.


 


Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı Mises.org sitesinde yayınlanan “The Logic of Economic Law” başlıklı makalenin tercümesidir.
128 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page