top of page

Ekstrem Apriorizmi Savunurken

Murray N. Rothbard - 01.06.1956


Profesörler Fritz Machlup ve Terence W. Hutchison arasındaki heyecan verici metodoloji tartışması, her sorunun bazen ikiden fazla boyutu olduğunu kanıtlamaktadır.¹ Bu iki isim, birçok açıdan birbirine zıt amaçlar doğrultusunda tartışmaktadır: Profesör Hutchison öncelikle Profesör Ludwig von Mises’in metodolojik (ve politik) görüşlerine karşı çıkmaktadır; en ciddi suçlaması ise Profesör Machlup’un tüm pozisyonunun temelde Misesyen sapkınlığı epistemolojik saygınlık giysileriyle örtme girişimi olduğudur. Profesör Machlup’un cevabı, gayet uygun bir şekilde, Mises’ten neredeyse hiç bahsetmemektedir; çünkü aslında, metodolojik görüşleri birbirinden çok farklıdır. (Machlup’un konumu, iktisadî metodolojinin merkezî “pozitivist” geleneğine yakındır). Ancak bu arada, Profesör Mises ve “ekstrem apriorizmin” tartışmada savunulmadığını da görmekteyiz. Belki bir ekstrem aprioristin bu tartışmaya katkısı faydalı olabilir.


İlk olarak, ne Profesör Machlup’un ne de Profesör Hutchison’ın Mises’in praksiyolog dediği kişi olmadığı, yani her ikisinin de

a) iktisadın temel aksiyomlarının ve öncüllerinin kesinlikle doğru olduğuna;

b) mantık yasaları tarafından bu önermelerden çıkarılan teoremlerin ve sonuçların bu nedenle kesinlikle doğru olduğuna;

c) sonuç olarak ne öncüllerin ne de sonuçların ampirik olarak “test edilmesine” gerek olmadığına ve

d) çıkarılan teoremlerin istense bile test edilemeyeceğine inanmadığı kesin olarak anlaşılmalıdır.² Her iki tartışmacı da iktisadî yasaları ampirik olarak test etmeye heveslidir.


Aradaki en önemli fark, Profesör Machlup’un, çıkarılan sonuçların doğruluğu kanıtlanabildiği sürece varsayımların doğrulanmasına gerek olmadığı şeklindeki ortodoks pozitivist görüşe -esasen Profesör Milton Friedman’ın görüşüne- bağlı kalması, ve buna karşın Profesör Hutchison’ın sarsıcı varsayımlara karşı temkinli davranarak varsayımların doğrulanması gerektiği şeklindeki daha ampirik -ya da kurumsalcı- yaklaşımı benimsemesidir.


Bir ultra-apriorist için garip görünse de, Hutchison’ın pozisyonu bana bu iki pozisyon arasında daha iyi olanı gibi geliyor. Eğer iki deneycilik türü arasında seçim yapmak gerekiyorsa, sadece sonuçların gerçeklerle test edilmesine yönelik prosedürlere güvenmek aptallık gibi görünüyor. Varsayımların da doğru olduğundan emin olmak çok daha iyidir. Burada Profesör Hutchison’ın, pozitivistlerin, kendi davalarını fizik epistemolojisindeki yanıltıcı analojilere dayandırdıkları yönündeki suçlamasını selamlamalıyım.


Meselenin özü de tam olarak budur. Tüm pozitivist prosedürler fizik bilimlerine dayanmaktadır.³ “Olgularını” bilen ya da bilebilen ve nihai varsayımlarından tamamen habersizken sonuçlarını bu olgulara karşı test edebilen şey fizik bilimidir. Öte yandan, insan eylemi bilimlerinde sonuçları test etmek imkânsızdır. Gerçeklerin izole edilip kontrol edilebileceği bir laboratuvar yoktur; insanlık tarihinin “gerçekleri” karmaşıktır, birçok nedenin sonucudur. Bu nedenler ancak teori ile izole edilebilir, teori de zorunlu olarak bu tarihsel (ve istatistiksel) olgulara a priori olarak yaklaşır. Elbette Profesör Hutchison teoremlerin ampirik olarak test edilmesini reddetme konusunda bu kadar ileri gitmeyecektir; ancak test etme olasılıkları konusunda övgüye değer bir şüpheci olarak (arzu edilebilirliği konusunda olmasa da) varsayımların da doğrulanmasında ısrar etmektedir.


Fizikte nihai varsayımlar direkt olarak doğrulanamaz, çünkü açıklayıcı yasalar ya da nedensel faktörler hakkında direkt olarak hiçbir şey bilmiyoruz. Dolayısıyla bunu yapmaya çalışmamak, sürtünmenin sıfır olması gibi sahte varsayımlar kullanmak iyi bir fikirdir. Ancak sahte varsayımlar iktisatta uygun olanın tam tersidir. Çünkü insan eylemi fizik gibi değildir; burada nihai varsayımlar açıkça bilinen şeylerdir ve iktisat biliminin külliyatı tam da bu verili aksiyomlardan çıkarılır. İktisatta sahte veya şüpheli varsayımlar tahribata yol açarken, fizikte çoğu zaman faydalı olduğu kanıtlanmıştır.


Dolayısıyla, Profesör Hutchison varsayımların kendisini ortaya koymak istemekte haklıdır. Ancak bu önermelerin istatistiksel gerçeklere başvurularak doğrulanması gerekmez (nitekim doğrulanamaz da). Praksiyolojide, çok daha kesin ve kalıcı bir temelde, kesinlikle doğru olarak tesis edilirler. O hâlde bu önermeler nasıl elde edilir? Aslında, “ekstrem a priori” etiketine rağmen, praksiyoloji a priori olarak adlandırılabilecek nitelikte bir Temel Aksiyom -eylem aksiyomu- ve aslında ampirik olan birkaç yardımcı postulat içerir. Pozitivist gelenekten gelenler için inanılmaz görünse de, bu bir avuç öncülden tüm iktisat biliminin çıkarımları yapılır ve bu çıkarımlar kesinlikle doğrudur. Bir an için Temel Aksiyom’ u bir kenara bırakırsak, ampirik önermeler şunlardır:

a) sayıları azdır ve

b) kavramın ampirist anlamında neredeyse hiç “ampirik” olmayacak kadar geniş temellidir. Başka bir deyişle, bu önermeler bir kez ifade edildiklerinde herkes tarafından kendiliğinden apaçık doğru oldukları görülecek kadar genel olarak doğrudurlar ve bu nedenle pratikte ampirik olarak yanlışlanamazlar ve dolayısıyla “işlevsel olarak anlamlı” değildirler. Bu önermeler nelerdir? Bunları azalan genellik sırasına göre ele alabiliriz:

1) en temel olanı -hem doğal hem de insanî kaynakların çeşitliliğidir. Bundan doğrudan iş bölümü, piyasa vb. çıkar;

2) daha az önemli olansa boş zamanın bir tüketim malı olduğudur. Bunlar aslında ihtiyaç duyulan tek önermelerdir. Diğer iki önerme sadece analize sınırlayıcı alt bölümler getirir. Böylece iktisat, Temel Aksiyom ve Postulat 1 ve 2’den (aslında sadece Postulat 1 gereklidir) Crusoe iktisadının, takasın ve parasal iktisadın analizini tümdengelim yoluyla detaylandırabilir. Tüm bu detaylandırılmış yasalar kesinlikle doğrudur. Ancak bunlar yalnızca belirli sınırlayıcı koşulların geçerli olduğu somut durumlarda uygulanabilir. Elbette bunda dikkate değer bir şey yoktur; örneğin bir elmanın hiç kimse tarafından taşınmadığı takdirde yere düşeceğini bir yasa olarak ifade edebiliriz. Ancak bu yasa yalnızca elmanın gerçekten yere düştüğü durumlarda geçerlidir. Dolayısıyla Crusoe iktisadı, takas iktisadı ve parasal iktisat bu koşullar sağlandığında uygulanabilir. Analiz edilecek belirli durumlarda hangi koşulların geçerli olduğuna karar vermek tarihçinin ya da “uygulamalı iktisat bilimcisinin” görevidir. Bu özel tanımlamaları yapmanın kendi başına bir basitlik olduğu açıktır.


Bu nedenle, dolaylı mübadele ekonomisini analiz ettiğimizde, dolaylı mübadelelerin yapıldığına dair basit ve açık bir sınırlayıcı koşul (Postulat 3) koyarız. Bu basit tanımlamayı yaparak “teoriyi test etmediğimiz” açık olmalıdır; biz sadece açıklamak istediğimiz gerçekliğe uygun olan teoriyi seçiyoruz.


Bir piyasa teorisi için dördüncü ve en az esas teşkil eden varsayım, Profesörler Hutchison ve Machlup’un çok önemli olduğunu düşündükleri varsayımdır -firmaların her zaman parasal kârlarını maksimize etmeyi amaçladıkları varsayımı. Aşağıda Temel Aksiyom’u ele aldığımda daha açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, bu varsayım hiçbir şekilde iktisat teorisinin gerekli bir parçası değildir. Aksiyomumuzdan şu mutlak gerçek türetilmiştir: her firma her zaman psişik kârını maksimize etmeyi amaçlar. Bu, para kârını maksimize etmeyi içerebilir ya da içermeyebilir. Çoğu zaman içermeyebilir ve hiçbir praksiyolog bu gerçeği inkâr etmez. Bir girişimci, işe yaramaz bir yeğenine iyi bir iş vermek için kasıtlı olarak daha düşük para kârını kabul ettiğinde, praksiyologun kafası karışmaz. Girişimci basitçe kendi tüketimini -yeğeninin iyi bir iş sahibi olduğunu görme tatminini- karşılayabilmek için parasal kârdan belirli bir kesinti yapmayı seçmiştir. Firmaların parasal kârlarını maksimize etmeyi amaçladıkları varsayımı sadece bir analiz kolaylığıdır; başka türlü geliştirilemeyecek bir katalaktik (piyasa ekonomisi) çerçevesinin detaylandırılmasına izin verir. Praksiyolog, bu ikincil önermenin geçerli olmadığı durumlarda -ne yapacağını bilemeyenlerin durumunda olduğu gibi- çıkardığı teorilerin uygulanabilir olmayacağı koşulunu her zaman aklında tutar. O sadece yeterli sayıda girişimcinin, teorisini gerçek piyasayı açıklamada oldukça faydalı kılacak kadar parasal amaçları takip ettiğine inanmaktadır.


Şimdi Temel Aksiyom’a (praksiyolojinin özüne) dönüyoruz: insan eyleminin varlığı. Bu mutlak doğru aksiyomdan iktisat teorisinin neredeyse tüm dokusu ortaya çıkarılabilir. Bu önermeden kaynaklanan anlık mantıksal sonuçlardan bazıları şunlardır: araçlar-amaçlar ilişkisi, üretimin zamansal yapısı, zaman tercihi, azalan marjinal fayda yasası, optimum getiri yasası, vb. İşte bu hayatî aksiyom praksiyolojiyi diğer metodolojik bakış açılarından ayırır -ve iktisattaki kritik “a priori” unsuru sağlayan da bu aksiyomdur.


Öncelikle, Profesör Machlup’un teorisinde “rasyonellik” nasıl bir rol oynarsa oynasın, Profesör Mises için hiçbir rol oynamadığını vurgulamak gerekir. Hutchison, Mises’in “tüm iktisadî eylemlerin ‘rasyonel’ olduğunu (veya olması gerektiğini)” iddia ettiğini ileri sürmektedir. Bu kesinlikle yanlıştır. Mises insan eyleminin rasyonelliği hakkında hiçbir varsayımda bulunmaz (aslında Mises bu kavramı hiç kullanmaz). Mises, insanın amaçlarının bilgeliği ya da araçlarının doğruluğu hakkında hiçbir şey varsaymaz. O sadece insanların eylemde bulunduğunu, yani bazı amaçlara sahip olduklarını ve bu amaçlara ulaşmak için bazı araçlar kullandıklarını “varsayar”. Bu, Mises’in Temel Aksiyomu’dur ve iktisat teorisinin tüm praksiyolojik yapısına mutlak ve apodiktik kesinliğini veren de bu aksiyomdur.


Şimdi can alıcı soru ortaya çıkıyor: Bu aksiyomun doğruluğunu nasıl elde ettik? Bilgimiz a priori mi yoksa ampirik mi, “sentetik” mi yoksa “analitik” mi? Bu tür sorular aslında zaman kaybıdır, çünkü esas önemli olan aksiyomun diğer önermelerden çok daha üstün ve kapsayıcı bir şekilde apaçık doğru olduğudur. Çünkü bu aksiyom tüm insanlar için, her yerde, her zaman doğrudur ve ihlal edilmesi düşünülemez bile. Kısacası, kaynakların çeşitlenmediği bir dünya tasavvur edebiliriz ama insanların var olduğu ama eylemde bulunmadığı bir dünya tasavvur edemeyiz. Gördük ki, diğer önermeler “ampirik” olmalarına rağmen o kadar açık ve kabul edilebilirdir ki, alışılagelmiş ampirist anlamda “yanlışlanabilir” olarak adlandırılamazlar. Akla yatkın bir şekilde yanlışlanabilir bile olmayan Aksiyom için bu durum daha ne kadar doğrudur!


Her türden pozitivist, kendiliğinden apaçık önermeler karşısında şaşkınlığa düşer. Yine de, deneycilerin övündükleri “kanıt”, şimdiye kadar belirsiz olan bir önermenin apaçık görünüme getirilmesinden başka nedir ki? Ancak bazı önermelerin bir anda apaçık duruma gelmesi için sadece ifade edilmeleri yeterlidir ve eylem aksiyomu tam da böyle bir önermedir.


Eylem aksiyomunu “a priori” olarak mı yoksa “ampirik” olarak mı değerlendireceğimiz, nihai felsefî konumumuza bağlıdır. Profesör Mises, neo-Kantçı gelenekte, bu aksiyomu bir düşünce yasası ve dolayısıyla tüm deneyimler için a priori kategorik bir hakikat olarak görür. Benim kendi epistemolojik konumum Kant’tan ziyade Aristoteles ve Aziz Thomas Aquinas’a dayanmaktadır ve bu nedenle önermeyi farklı şekilde yorumlayacağım. Aksiyomu bir düşünce yasası olmaktan ziyade bir gerçeklik yasası ve dolayısıyla “a priori” olmaktan ziyade “ampirik” olarak değerlendirirdim. Fakat bu tür bir “ampirizmin” modern ampirizmle o kadar uyumsuz olduğu açıktır ki, şu anki amaçlar doğrultusunda ona a priori demeye devam edebilirim. Çünkü

1) yanlışlanması mümkün olmayan, ancak yine de ampirik olarak anlamlı ve doğru olan bir gerçeklik yasasıdır;

2) sadece dış deneyime değil, evrensel iç deneyime dayanır, yani kanıtı fiziksel olmaktan ziyade düşünümseldir; ve

3) karmaşık tarihsel olaylar için açıkça a priori’dir.


Apaçık önermelerin epistemolojik olarak kategorize edilmesi her zaman çetrefilli bir sorun olmuştur. Bu nedenle, Peder Toohey ve Peder Copleston gibi iki başarılı Thomist, aynı felsefî pozisyona dayanmakla birlikte, apaçık önermelerin “a posteriori” olarak mı yoksa “a priori” olarak mı sınıflandırılması gerektiği konusunda farklılık gösterirler, çünkü bu iki kategoriyi farklı şekilde tanımlarlar.


Temel Aksiyom’dan herkesin her zaman faydasını maksimize etmeye çalıştığı gerçeği türetilir. Profesör Hutchison’ın iddiasının aksine, bu yasa herkesin maksimize edeceği şeyi maksimize edeceği şeklinde üstü kapalı bir tanım değildir. Faydanın somut bir içeriği olmadığı doğrudur, çünkü iktisat bir insanın amaçlarının içeriğiyle değil, amaçları olduğu gerçeğiyle ilgilenir. Ve doğrudan Eylem Aksiyomundan çıkarılan bu gerçek kesinlikle doğrudur.¹⁰


Ve sonunda Profesör Hutchison’ın gözünde Mises’in nihai sapkınlığına geliyoruz: iktisat biliminin aksiyomlarından “toptan siyasî sonuçlar” çıkardığı iddiası. Özellikle Profesör Mises’in sadece iktisatta değil, tüm bilimlerde “Wertfreiheit”ın (değerden bağımsızlığın) tavizsiz bir savunucusu olduğunu fark edersek, böyle bir suçlama tamamen safsatadır. Hutchison’ın Mises’ten seçtiği alıntıların dikkatli bir okuması bile bu tür gayrimeşru çıkarımları ortaya çıkarmayacaktır.¹¹ Gerçekten de Mises’in iktisadı, iktisadî analizin külliyatına sızan analiz edilmemiş ad hoc (amaca özel) değer yargılarından kaçınması bakımından rakipsizdir.


Dean Rappard şu soruyu ortaya atmıştır: Mises nasıl olur da aynı anda “hem iktisatta Wertfreiheit hem de laissez-faire” liberalizminin savunucusu olabilir, ki bu Profesör Hutchison’ın Mises’i iktisat teorisinden siyasî çıkarımlar yapmakla suçlamasına yol açan bir “ikilem”dir.¹²


Mises’ten aktarılan aşağıdaki pasajlar bu bilmecenin ipucunu vermektedir:


Liberalizm siyasî bir doktrindir... Siyasî bir doktrin olarak liberalizm (iktisat biliminin aksine) değerler ve eylemle ulaşılmak istenen nihai amaçlar konusunda tarafsız değildir. Tüm insanların ya da en azından insanların çoğunluğunun belirli hedeflere ulaşmaya niyetli olduğunu varsayar. Onlara planlarını gerçekleştirmeye uygun araçlar hakkında bilgi verir. Liberal doktrinlerin savunucuları, öğretilerinin yalnızca kendi değer ilkelerine bağlı insanlar için geçerli olduğunun tamamen farkındadır. Praksiyoloji ve dolayısıyla iktisat da huzursuzluğun giderilmesi ve mutluluk kavramlarını tamamen biçimsel anlamda kullanırken, liberalizm bu kavramlara somut bir anlam yükler. İnsanların yaşamı ölüme, sağlığı hastalığa, ... bolluğu yoksulluğa tercih ettiğini varsayar. İnsanlara bu değerlere uygun olarak nasıl davranacaklarını öğretir.¹³

Kısacası iktisat bilimi, “eğer A ise, o zaman da B” türünden varoluşsal yasalar koyar. Mises bu bilimin laissez-faire politikasının barışa ve herkes için daha yüksek yaşam standartlarına, devletçiliğin ise çatışmaya ve daha düşük yaşam standartlarına yol açtığını iddia ettiğini gösterir. O hâlde bir vatandaş olarak Mises, bu amaçlara ulaşmakla ilgilendiği için laissez-faire liberalizmini seçer. Mises’in liberalizmi “bilimsel” olarak değerlendirdiği tek anlam, insanların bolluk ve karşılıklı fayda hedefinde birleştiği ölçüdedir. Belki de Mises bu tür bir birliğin kapsamını değerlendirirken aşırı iyimserdir, ancak değer yargıları ile bilimsellik arasında asla bağlantı kurmaz: fiyat kontrolünün “kötü” olduğunu söylediğinde, bir iktisatçı olarak kendi bakış açısından değil, toplumda bolluk arzulayanların bakış açısından kötü olduğunu kasteder. Zıt hedefleri seçenler -örneğin, türdeşleri üzerinde bürokratik güce giden bir yol olarak fiyat kontrollerini tercih edenler veya kıskançlık nedeniyle sosyal eşitliğin genel bolluk veya özgürlükten daha değerli olduğuna karar verenler- kesinlikle liberalizmi kabul etmezler ve Mises kesinlikle iktisat biliminin onların yanlış olduğunu kanıtladığını söylemez. Mises, iktisadın insanlara çeşitli siyasî eylemlerin sonuçları hakkında bilgi verdiğini ve bu sonuçları bilerek siyasî rotasını seçmenin vatandaşın görevi olduğunu söylemenin ötesine asla geçmez.


Dipnotlar:

1. Terence W. Hutchison, “Professor Machlup on Verification in Economics,” Southern Economic Journal (Nisan, 1956): ss. 476-483; Fritz Machlup, “Rejoinder to a Reluctant Ultra-Empiricist,” a.g.e., ss. 483-493.

2. Praksiyolojik gelenek, yakın zamanda adlandırılmış olsa da iktisadî düşünce tarihinde uzun ve onurlu bir yere sahiptir. Bilimimizdeki ilk büyük metodolojik tartışmada John Stuart Mill pozitivist, Nassau Senior ise praksiyologdu ve J.E. Cairnes iki pozisyon arasında bocalıyordu. Daha sonra, praksiyolojik yöntem ilk Avusturyacılar, Philip Wicksteed ve Richard Strigl tarafından daha da geliştirildi ve Ludwig von Mises’in çalışmalarında zirve noktasına ulaştı. Mises’in görüşleri Human Action (New Haven, Conn.: Yale University Press, 1949) ve daha önceki Grundprobleme der Nationalökonomie [İngilizceye Epistemological Problems of Economics (Princeton, N.J.: D. Van Nostrand, 1960) olarak çevrilmiştir] adlı eserlerinde bulunabilir. Senior ve Mises arasındaki benzerlik hakkında bkz. Marian Bowley, Nassau Senior and Classical Economics (New York: Augustus M. Kelley, 1949), bölüm 1, özellikle ss. 64-65. Lionel Robbins’in Essay on the Nature and Significance of Economic Science (Londra: Macmillan, 1932) adlı eseri de, daha karmaşık metodolojik sorunlara girmemiş olmasına rağmen, kesinlikle praksiyolojiktir.

3. Praksiyoloji ve fizik metodolojileri arasındaki farklar hakkında bkz. Murray N. Rothbard, “Toward a Reconstruction of Utility and Welfare Economics,” On Freedom and Free Enterprise: Essays in Honor of Ludwig von Mises, Mary Sennholz, ed. (Princeton, N.J.: D. Van Nostrand, 1956), s. 226 ve devamındaki kısımlar; bu ciltte 17. bölüm olarak yer almaktadır.

4. Bu durum, Profesör Machlup’un, doğru oldukları doğrulanabilir olmamakla birlikte “ampirik olarak anlamlı” oldukları iddia edilen “sezgisel ilkeleri” için de geçerlidir. Yanlış varsayımların iktisat teorisinde faydalı olduğunu inkâr etmek istemiyorum, ama sadece yardımcı yapılar olarak kullanıldıklarında, ampirik teorilerin çıkarılabileceği öncüller olarak değil. Bu türden en önemli yapı, ekonominin dengede olması ya da “equilibrium” durumudur. Bu durumun gerçek ya da potansiyel olarak kabul edilmesi amaçlanmamaktadır. Aksine, ampirik olarak imkânsız olan ekonomik denge tam da teorik olarak değişimin olmadığı bir durumu analiz etmek için inşa edilmiştir. Sadece farazi bir değişmeyen durumu analiz ederek değişen gerçek ekonomik dünyanın doğru bir analizine ulaşabiliriz. Ancak bu, pozitivistlerin kullandığı anlamda “yanlış” bir varsayım değildir, çünkü eğer böyle bir durum varsa, değişmeyen bir durumun kesinlikle doğru bir teorisidir.

5. Burada parasal kâr maksimizasyonu varsayımına karşı son zamanlarda yapılan ve çoğu kısa dönem maksimizasyonun aksine uzun dönemi göz ardı eden eleştirileri onaylamayı amaçlamıyorum. Parasal hedeflerin peşinden gitmemenin “irrasyonel” olduğu ya da iktisadı yanlışladığı şeklindeki tuhaf düşünce, tüketicilerin kendilerine daha yakın ya da daha samimi bir atmosfere sahip mağazalarda daha yüksek fiyatlar ödemeyi tercih ettiklerinde irrasyonel ya da “iktisadî olmayan” davranışlar sergiledikleri şeklindeki eski düşünceye benzemektedir.

6. Terence W. Hutchison, “Professor Machlup on Verification in Economics,” s. 483.

7. Profesör Knight’ın Hutchison’ın “Significance and Basic Postulates of Economic Theory” adlı çalışmasına yönelik eleştirisine bakınız. Frank H. Knight, “What is Truth in Economics?” Journal of Political Economy (Şubat, 1940): ss. 1-32.

8. Profesör Hutchison, son yıllarda Profesör Mises’in takipçilerinin, kendisinin “a priori” derken gerçekten “ampirik” demek istediğini söyleyerek onu savunmaya çalıştıklarını söylerken muhtemelen beni kastediyordu. Bu nedenle, bakınız benim “Praxeology, Reply to Mr. Schuller,” American Economic Review (Aralık, 1951): ss. 943-944; bu ciltte 7. bölüm olarak yer almaktadır. Demek istediğim, Mises’in temel aksiyomu kişinin felsefî pozisyonuna göre “a priori” veya “ampirik” olarak adlandırılabilir, ancak her hâlükârda iktisadî metodolojinin pratik amaçları için a priori’dir.

9. Bu nedenle Copleston kendiliğinden apaçık ilkeleri “a priori sentetik önermeler” olarak adlandırır (Kantçı anlamda olmasa da) -önceki öncüllerde mantıksal olarak yer almayan gerçeklik hakkında bilgi aktardığı için sentetik; zorunlu ve evrensel olduğu için a priori. Toohey bu ayrımları neredeyse ortadan kaldırır ve apaçık önermeleri sentetik a posteriori olarak adlandırır, çünkü bunlar zorunlu ve tümel olmakla birlikte deneyimden türetilirler. Bkz: F.C. Copleston, S.J., Aquinas (Londra: Penguin Books, 1955), ss. 28 ve 19-41; John J.H. Toohey, S.J., Notes on Epistemology (Washington, D.C.: Georgetown University, 1952), ss. 46-55. Tüm bunlar, Hutchison’ın “Significance and Basic Postulates of Economic Theory,” Journal of Political Economy 49 (1934) adlı eserinde dolaylı olarak önem verilmesine rağmen, tüm “analitik-sentetik” ikileminin yararlılığı sorusunu gündeme getirmektedir. Bu ikilemin geçerliliğine dair canlandırıcı bir şüphecilik ve çürütülmesi zor teorileri örtülü tanımlar ya da tartışmalı hipotezler olarak bertaraf etmek amaçlı tipik kullanımının bir eleştirisi için bakınız Hao Wang, “Notes on the Analytic-Synthetic Distinction,” Theoria 21 (Bölümler 2-3, 1955): s. 158 ve sonrası.

10. Bkz: Hutchison, “Professor Machlup on Verification Economics,” s. 480. Alan Sweezy, Irving Fisher’in “her birey arzuladığı gibi davranır” sözünün, psikolojide test edilebilir bir önerme olmadığı için, içi boş “her birey davrandığı gibi davranır” sözüne indirgenmesi gerektiğini iddia ettiğinde aynı hataya düşmüştür. Aksine, bu önerme doğrudan eylem aksiyomundan çıkarılabilir ve bu nedenle hem ampirik olarak anlamlı hem de apodiktik olarak doğrudur. Rothbard, “Toward a Reconstruction of Utility and Welfare Economics,” ss. 225-228.

11. Böylece: “Liberalizm, kendi sistemleri içinde hiçbir değerleme yapmayan ve neyin olması gerektiği ya da neyin iyi ya da kötü olduğu hakkında hiçbir şey söylemeyen, sadece neyin nasıl olduğunu tespit eden saf ekonomi politik ve sosyoloji bilimlerinden yola çıkar.” Hutchison tarafından alıntılanmıştır, “Professor Machlup on Verification Economics,” s. 483’te not.

12. William E. Rappard, “On Reading von Mises,” in On Freedom and Free Enterprise, M. Sennholz, ed., ss. 17-33.

13. Mises, Human Action, ss. 153-154; ayrıca bkz. ss. 879-881.


 

Murray Newton Rothbard, 2 Mart 1926’da New York’ta doğmuş ve 7 Ocak 1995’te aynı şehirde hayatını kaybetmiş bir Amerikan ekonomist, tarihçi, filozof, yazar, hukuk ve siyaset teorisyenidir. Özellikle Anarko-kapitalizm felsefesini harmanladığı Avusturya İktisat Okulu ile ilişkilendirilir. Rothbard, Ludwig von Mises’in en önde gelen öğrencisi olarak Avusturya İktisat Okulu’nun üçüncü jenerasyonunun da başını çekmiş ve Mises’in öğretilerine sadık kalarak, serbest piyasa ekonomisi, bireysel özgürlük ve devletsizlik gibi temel etik ilkelere çok önemli katkılarda bulunmuştur. Rothbard, Mises’in magnum opus’u olan Human Action (İnsan Eylemi) adlı eserindeki fikriyatı genişlettiği 1962 tarihli Man, Economy, and State (İnsan, İktisat ve Devlet) adlı eseriyle Avusturya İktisat Okulu’nun fikirlerini daha geniş kitlelere tanıtmıştır. Bu eserinin içine daha sonra kattığı Power and Market (İktidar ve Piyasa) adlı kapsamlı ek ile Anarko-kapitalizmin felsefî temellerini kurmuştur. Rothbard, bu kitapta, piyasanın her türlü faaliyeti barışçıl ve sorunsuz yönetebileceğini ve devletin müdahalesinin, hatta salt varlığının piyasanın işleyişini bozduğunu savunmuştur. Ayrıca Rothbard, ABD’deki Liberteryen Parti’nin kurucuları arasındaydı ve birçok kesimden insanı etkileyerek liberteryenizme kazandırdı. Ancak, Rothbard’ın felsefesi ve özellikle Anarko-kapitalizm yaklaşımı, eleştirmenleri tarafından radikal ve uygulanamaz olarak nitelendirilmiştir. Yine de Rothbard’ın radikalizmi, onun temel felsefesi olan özgürlükçü düşüncenin sonuçlarından kaynaklanmaktaydı ve özgürlükçü bir düzenin ancak radikal bir şekilde uygulanmasıyla gerçekleşebileceğine inanmaktaydı. En önemli çalışmalarından olan “Anatomy of the State” (“Devletin Anatomisi”) adlı makalesinde de belirttiği üzere devletin özgürlüklere müdahalesini sınırlandırmak için sadece belirli düzenlemeler yapmak yeterli değildi; devletin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu. Nitekim devletin varlığı bile özgürlükleri sınırlandırmak ve gasp etmek anlamına geliyordu.

Çevirmen: Fırat Kaan Aşkın

Bu yazı, ilk olarak 1956’da yazılmış, sonra Southern Economic Journal’ın 1957 yılı Ocak sayısında, 1997 tarihli The Logic of Action One: Method, Money, and the Austrian School ile 2011 tarihli Economic Controversies kitaplarında yeniden basılmış ve en sonunda da 22 Mart 2018’de Mises.org sitesinde yayınlanmış “In Defense of 'Extreme Apriorism'” başlıklı makalenin tercümesidir.
104 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page