Stephan Kinsella & Jeffrey A. Tucker - 01.04.2005
Akademi o kadar politize oldu ki düzgün bir iktisat öğretmek ve politik açıdan hassas örnekler kullanmak tehditlere, mali yaptırımlara, cezalara, rütbe ve mevki kaybına ve daha da beterlerine yol açabilir mi dersiniz? Murray Rothbard’ın önde gelen öğrencilerinden ve Mises Enstitüsü’nün kıdemli üyelerinden Hans-Hermann Hoppe, Şubat ayı başında üniversitesinin müdüründen korkunç bir mektup aldığında kesinlikle öyle görünüyordu.
Görünüşe göre geçen yıl bir öğrenci Hoppe’nın derste kullandığı bir illüstrasyona sinirlenmişti. Rektör öğrencinin tarafını tutmuş ve Hoppe’yı “düşmanca bir öğrenme ortamı” yarattığı için topa tutmuş ve ayrıca Hoppe’dan “görüşleri nesnel gerçekler olarak yanlış nitelendirmeye son vermesini” talep etmişti. Tüm bu süreç boyunca Hoppe sürekli olarak soruşturma ve taciz ile karşı karşıya kalırken yanıt vermesi de engellenmiştir.
Kendisine yönelik bu saldırı sadece Üniversite ile yapılan sözleşmenin ihlâli anlamına gelmiyor, aynı zamanda Batı üniversite hayatının kutsal bir ilkesini, yani akademik özgürlüğü de ayaklar altına alıyordu. Mises’in 1962’de verdiği bir konferansta söylediği gibi: Avrupa üniversiteleri devlete ait ve devlet tarafından kontrol ediliyor olsa da, hiç kimse sınıfta öğretilenlere müdahale etmeye cesaret edemezdi. Bu nokta liberal düşüncenin gelişimi için çok önemlidir çünkü iktisatçılar ve sosyal bilimcilerin devleti eleştirmesine ve özgürlüğü savunan bir fikirler bütünü geliştirmesine izin vermiştir.
Ancak Avrupa üniversitelerinin hiçbir zaman yapmaya cesaret edemediği şeyi, yani profesörlerin en son politik modayı ders sunumlarının ayrılmaz bir parçası olarak benimsemeye zorlanmasını, Amerikan üniversiteleri giderek daha fazla alışkanlık hâline getirmektedir. Bu nedenle Hoppe’ya yönelik saldırı bir entelektüelin çıkarlarından daha fazlasını kapsamakta, akademik camiadaki herkesin hak ve özgürlüklerini ve özgürlük fikrinin kendisini tehdit etmektedir.
Davanın ulusal ve uluslararası basında yer alması -haber ajanslarında ve Chronicle of Higher Education’da hakkında yazılanlar- nedeniyle tüm bilim dünyası bu davanın nasıl sonuçlanacağını merakla beklemektedir.
Hoppe, dünyaca ünlü bir iktisatçı, yazar ve konuşmacı olmanın yanı sıra özgürlükçü politik ekonomi geleneğinin de öncülerindendir. 1974 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanan F.A. Hayek’in önde gelen üyelerinden olduğu Avusturya İktisat Ekolü’ne mensup olan Hoppe, Felsefe doktorası ile Sosyoloji ve Ekonomi habilitasyon derecelerini Almanya’daki Goethe Üniversitesi’nden almıştır. Çeşitli Alman üniversitelerinin yanı sıra Johns Hopkins Üniversitesi Bologna İleri Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde (Bologna, İtalya) ders vermiştir. 1986 yılında UNLV (University of Nevada, Las Vegas)’ın iktisat bölümüne katılan Hoppe, 1992 yılından bu yana kadrolu profesör olarak görev yapmaktadır.
Dünyanın dört bir yanında konuşma yapması için sürekli talep gören Hoppe, düzinelerce bilimsel kitap ve makalenin yazarıdır. Akademik çalışmaları para ve bankacılık, sosyal bilimler metodolojisi, karşılaştırmalı sistemler, Avrupa ekonomi tarihi, siyasî etik, güvenlik piyasası, mülkiyet ve mülkiyet hakları teorisi ve genel olarak ekonomik kurumlar gibi alanları kapsamaktadır.
Kendisi, akademinin değer vermesi gereken türden radikal bir düşünür ve sistem kurucudur, çünkü fikirleri öğrencilere ve meslektaşlarına amansız bir meydan okuma sunmaktadır. Profesör Hoppe uluslararası bir üne sahip olduğu için -kitapları ve makaleleri Korece, İtalyanca, İspanyolca, Çekçe, Çince, Fransızca, Danca, Almanca ve diğer sekiz dile çevrilmiş ve yayınlanmıştır- davası, özellikle ABD’de ve yurtdışında onun altında eğitim gören öğrencilerden gelen bir destekten büyük ölçüde istifade etmiştir.
Tartışma, Mart 2004’te Profesör Hoppe’nın “zaman tercihi” kavramını tartıştığı iki ayrı para ve bankacılık dersi sırasında yaptığı yorumlarla alakalıdır. Zaman tercihi iktisatta ve özellikle Avusturya İktisat Ekolü’nde önemli bir kavramdır, çünkü piyasa sürecinde zamanın önemine dikkat çekmekte ve bireylerin tasarruf ve yatırım lehine malların hemen tüketimini erteleme konusundaki farklı derecelerde istekliliklerini tanımlamaktadır.
Hoppe konuşmasında, örnekleme yoluyla, eşcinseller gibi çocuk sahibi olmama eğiliminde olan bazı demografik grupların genellikle çocuk sahibi olanlar kadar uzun bir ekonomik zaman ufkunu benimsemediklerini açıklamıştır. Aynı durumun ceteris paribus iken çok gençler ve çok yaşlılar gibi diğer gruplar için de geçerli olduğunu belirtmiştir. Homoseksüeller gibi zaman tercihi daha yüksek olan bireylerin daha riskli davranışlarda bulunabileceğini de sözlerine eklemiştir. İktisadî bir ilkeyi örneklemesine katılalım ya da katılmayalım, ki bu örnekleme kesinlikle ampirik incelemeye tâbidir, yorumları söz konusu konunun sınırları içindeydi.
Bu ders, Hoppe’nın öğretim özgürlüğünü savunmadığı için UNLV yönetimine karşı şikâyetin ve ardından gelen uluslararası tepkinin ortaya çıkmasına neden olan dersti. Üniversite, öğrencinin şikâyetini reddetmek yerine, Profesör Hoppe’nın “düşmanca bir öğrenme ortamı” yarattığını ilân eden 9 Şubat 2005 tarihli mektubun yazılmasıyla sonuçlanan bir dizi tehditkâr soruşturma başlattı. Mektupta Profesör Hoppe’ya “görüşlerini objektif olgular olarak nitelendirmekten vazgeçmesi” talimatı veriliyordu.
UNLV yönetimi tarafından alınan karar, Üniversite’nin kendi tüzüğünde garanti altına alınan akademik özgürlüğün ciddi ve talihsiz bir şekilde yıpratılması anlamına gelmektedir:
“Akademik özgürlük tüm bu amaçlar için esastır ve hem öğretim hem de araştırma için geçerlidir. Öğretim özgürlüğü, öğretmenin öğretme ve öğrencinin öğrenme haklarının korunması için esastır. ... Bir öğretim üyesi, sınıfta veya bilimsel çalışmalarında, konu politik, sosyal veya bilimsel olarak tartışmalı olabilecek hususların ele alınmasını gerektirse bile, konusunu açık sözlülük ve dürüstlükle tartışma ve ilerletme özgürlüğüne ve yükümlülüğüne sahiptir.”
Rektör tarafından gönderilen mektup, öğretme özgürlüğüne yönelik bu katı ve kesin koruma taahhüdüyle doğrudan çelişmektedir. Ayrıca, üniversite ortamında savunulması mümkün olmayan bir olgu-görüş ikilemi yaratmaktadır. Bunu evrensel olarak uygulama girişimi, tüm akademi tarihinde bilindiği gibi ders ortamının ortadan kalkmasına yol açacaktır. Profesörlerin kendileri de sadece teslim alınmış ve kabul edilmiş olguların aktarıcılarına indirgenecek, böylece öğrenciler ciddi bir eğitimden ve fikirlerin içkin değerlerine göre sunulması ve değerlendirilmesi fırsatından mahrum kalacaklardır. Hiçbir saygın üniversite bu tür kısıtlamalar altında faaliyet gösteremez. Üniversitenin kendi tüzüğünün de kabul ettiği üzere, akademik özgürlük öğretim üyelerinin “ortak akıl” ve ortodoksi ile çelişen tartışmalı konuları irdeleme izni vermekte ve hatta bunu zorunlu kılmaktadır.
Üniversitenin yeni politikasının sonuçları, üniversitenin iktisat fakültesinin son mezunlarından biri tarafından açıkça ortaya konmuştur. Yayınlanan gazete haberlerinde Knight şunları iddia etmiştir: “Kapı kapandığında ve ders başladığında, mümkün olduğunca politik olarak doğru kalındığından emin olunması gerekiyor.”
Söz konusu olan, bir akademisyenin itibarından ya da “politik, sosyal veya bilimsel olarak tartışmalı konular olsa bile” öğretme özgürlüğünü korumayı taahhüt eden tüzüğüne uymayan bir üniversitenin itibarından daha fazlasıdır. Söz konusu olan üniversitenin öğrenme ortamının dürüst bütünlüğüdür. Bu olay ders ortamını, öğrencilerin ve öğretmenlerin politik misillemelere maruz kalma korkusu olmadan bilimin ve gerçeğin peşinden koşamayacakları bir noktaya getirecek şekilde politize etmektedir.
Özellikle de bu dava uluslararası alanda dikkat çekmişken, açık tartışma ve özgür fikir alışverişi lehine çözüme kavuşturulması hayati önem taşımaktadır. Eğer bu davada adalet yerini bulacaksa, Üniversite, Profesör Hoppe’ya yönelik taciz ve yıldırma eylemlerine son vermeli, “talimat mektubunu” geri çekmeli ve akademik özgürlüğe olan bağlılığını yeniden tesis etmelidir.
Kinsella ve Tucker hocalarıma teşekkür ediyorum, bu haklı davayı bize doğru bir biçimde aktardıkları için. Çünkü habercilik bu sorunlu akademi kadar kirli yani devletçi...