Kaos mu, Yoksa Refah ve Özgürlük mü?
Erdi Serdar - 09.05.2022
I. Giriş
Özgürlüğün refah getireceğine inanan, ekonominin serbest piyasaya bırakılması gerektiğini düşünen insanların çok büyük bir çoğunluğu konu bir noktaya gelince sıkıntı yaşar: Hukukun özelleştirilmesi. Mahkemelerin ve güvenlik güçlerinin özelleştirilmesi fikri temelden sorunlu bir fikir gibi görünür.
Fikrimce liberteryen hukuk teorisi ve dolayısıyla piyasanın tamamen serbest olması gerektiği fikri doğal hukuk, saldırmazlık prensibi, argümantasyon etiği, praksiyoloji gibi kavramlarla ispatlanabilir. Faydacı veya deneyci düşünmenin gereği yoktur. Ancak birçok insan serbest piyasada hukuk sisteminin işlemeyeceğini çeşitli senaryoları örnek göstererek iddia ettiği için burada pratik örneklere başvuracağım. Yani hukuk ismi verilen hizmetin dayanması gereken değer sisteminden ziyade kimlerin hangi yöntemlerle neyi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine dair açıklamalar yapacağım. Bunun için öncelikle hukukun nasıl anlaşılması gerektiğine dair yazımın okunması faydalı olacaktır.
Devletin olmadığı, tamamen serbest bir piyasada hukuk ve güvenlik sistemi nasıl işler? Kaos çıkar mı?
Öncelikle hukuk derken neyi kastettiğimizi açıklığa kavuşturmak gerekir. Hukuk dediğimiz şey belli bir düzeni amaçlar ve aslında kabaca birden fazla insan arasında çıkan uyuşmazlığın barışçıl yollarla çözülmesi anlamına gelir. Uyuşmazlıkların hakkaniyetli bir şekilde çözüme kavuşturulması ve haklı ve haksızın tespit edilmesi, adalet olgusuna hizmet edecektir.
Uyuşmazlık yaşayan iki tarafla ilgili olarak ne gibi ihtimallerin söz konusu olduğunu düşünmeye çalışalım.
Uyuşmazlık çözümü ya barışçıl bir yöntemle ya da saldırgan bir yöntemle ortaya çıkabilir. Uyuşmazlıktan kasıt, kıt bir mal üzerinde birden fazla kişinin mülkiyet iddiasında bulunmasıdır. Kolay anlaşılması açısından basit bir örnek üzerinden gidebiliriz.
Örnek: A, B’ye ait olan telefonu çalmıştır. Daha sonra A ve B arasında uyuşmazlık başlar ve her ikisi de söz konusu telefonun kendisine ait olduğunu iddia eder...
II. Barışçıl Olmayan, Kuvvete Dayanan Yöntem
A. Haksız Tarafın Güç Kullanması
Buna göre haksız olduğunu bildiğimiz taraf, A, haklı olduğunu iddia eder ve hakkını kuvvet kullanarak elde etmeye çalışır. Bu durum aslında fiziksel anlamda güçlü olanın hayatta kalması anlamına gelir. Peki A böyle bir yöntemi benimser mi? Neden?
A’nın B’yi öldürerek (veya başka şekilde bir güç kullanarak) uyuşmazlık konusu telefonu elinde tutmaya devam ettiğini düşünelim. Böyle bir şey gerçekleşirse eğer, A’nın haklı olduğu başka bir uyuşmazlıkta haksız olan kişi tarafından öldürülmesi tehlikesi de ortaya çıkar. (Haksız olduğu hâlde) Uyuşmazlığın diğer tarafını öldüren kişi, başka bir uyuşmazlıkta başkaları tarafından öldürülebileceğini kabul ettiğini eylemleriyle göstermiş demektir. Çünkü bu kişi “haksız olan taraf fiziksel güç kullanarak menfaat elde edebilir” fikrini savunuyordur. Öyleyse ertesi gün C gelip de A’ya ait başka bir eşyayı çalarsa ve A buna itiraz etmeye kalkarsa C tarafından öldürülebilir. A birçok uyuşmazlığı haksız olduğu hâlde kuvvet kullanarak çözse bile kendisi veya sevdiği bir insan er ya da geç bir başkası tarafından öldürülme riskiyle karşı karşıyadır.
Bu sebeple haksız olan tarafın güç kullanma yöntemine başvurmayacağını düşünebiliriz. Düşünmekten de öte, insanlık tarihinde genel olarak böyle olduğunu da görüyoruz. Anlaşılacağı üzere güç kullanan taraf, uzun vadede zarar görecektir. Konunun ana fikrini kaçırmama açısından istisnalara bu yazıda değinmiyorum.
B. Haklı Tarafın Güç Kullanması
Örnekte B’nin telefonu A’dan kuvvet yoluyla geri alması doğal hukuk açısından sorun yaratmaz. A, B’ye ait olan telefonu çalmıştır. Nihayetinde telefonun mülkiyeti B’ye aittir ve B’nin rızası olmaksızın telefonun mülkiyetinin bir başkasına geçmesi söz konusu olamaz. Birey, doğal hukuk gereği her ne kadar bunu yapmaya yetkili olsa da modern dünyada böyle bir yola başvurma ihtimali gittikçe düşecektir. Neden?
Haklı olan tarafın hakkını tek başına ve güç kullanarak elde etmesi toplum tarafından (kişinin ailesi, arkadaşları, çevresi) şüpheyle karşılanır. Sonuçta insan eğer haklıysa neden bu haklılığını ispatlamak istemez, neden diğer insanlara da göstermek istemez? Yoksa çekindiği, saklamak istediği bir şey mi vardır? Yoksa aslında haksız mıdır? Kuvvet kullanarak başkasından bir eşya alan insanın haklı mı yoksa haksız mı olduğu nasıl bilinebilir? Kişi kendisinden çalınan malı geri almak için mi kuvvet kullanmıştır yoksa başkasına ait olan bir malı kuvvet kullanarak mı elde etmiştir?
Yaygın kanının aksine, uyuşmazlık çözüm yöntemi tekel bir örgüte bağlanmadığı takdirde insanlar birbirini öldürmez. Çünkü bu şekilde kuvvet kullanma yöntemi, her iki taraf için de zararlıdır. İnsanlar kendi menfaatlerini düşündükleri için yıkımı, kaosu seçmez.
Bu durum, insanları bir metodoloji oluşturmaya yöneltir. Bu metodoloji tahmin edileceği üzere kimin haklı/haksız olduğunun tespit edilmesi sürecidir. Uyuşmazlık yaşayan insanlar kimin haklı olduğunun ortaya çıkarılması için barışçıl bir yöntem belirler ve bu yöntemle beraber çıkacak olan sonuca tâbi olur. Tekrar edeyim ki, insanların böyle barışçıl bir yöntem tercih etmesinin sebebi yukarıda anlattığım gibi diğer yöntemlerin kendileri için zararlı olmasıdır. Barışçıl uyuşmazlık çözüm yöntemi dışında bir yöntem belirleyen insanlar hem toplum tarafından dışlanma hem de ilerde bedensel zarar görme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. İnsanlığın belli bir noktadan sonra soyunun tükenmemiş olmasının sebebi, barışçıl yöntemi benimsemiş olmasıdır.
III. Barışçıl Yöntem
Barışçıl yöntem nasıl belirlenecektir? Öncelikle doğası gereği barışçıl yöntem bir tespit etme amacı güder. “Uyuşmazlık konusu telefon A’ya mı yoksa B’ye mi aittir, hangisi telefon üzerinde yetki sahibidir?” sorusu cevaplanmaya çalışılır. Yapılan tespit, sürecin doğası gereği her iki taraf için de bağlayıcı olacaktır.
Barışçıl yöntemle telefonun kime ait olduğunu kim tespit edecektir? A ve B arasında uyuşmazlık olduğuna göre uyuşmazlık çözme yetkisinin her ikisinde de olmayacağı barizdir. Çünkü her ikisi de kendisi lehine karar verecektir ve karşı taraf bunu kabul etmeyecektir. İki kişi arasındaki uyuşmazlığın üçüncü bir kişi tarafından çözüme kavuşturulmasının altında yatan temel mantık budur. Üçüncü bir kişi, M, uyuşmazlığı değerlendirecek ve kimin haklı olduğunu tespit edecektir.
Hayati mesele bu noktada başlar. M kimdir, ne gibi özelliklere sahiptir, nasıl seçilir ve neden?
Uyuşmazlığı Çözecek Olan Tarafın Özellikleri
Üzerinde anlaşılan M kişisi taraflardan herhangi birinin arkadaşı, akrabası, çok sevdiği bir insan olabilir mi? Bu durumda M’nin taraflardan birinin lehine olacak şekilde uyuşmazlığı çözeceği şüphesi doğacaktır ve her iki taraf da bunu kabul etmez.
Her iki taraf da haksız bir şekilde karşı taraf lehine karar verilmesini istemeyeceği için M’nin özellikleri kabaca ortaya çıkar. Güvenilirlik, tarafsızlık-objektiflik, uyuşmazlık çözme konusunda görece uzman olmak...
Eğer M, bu özelliklere sahip değilse A ve/veya B tarafından uyuşmazlık çözüm mercii olarak kabul edilmeme tehlikesi yaşayacaktır. Çünkü makul olan her insan, uyuşmazlığı çözecek olan kişinin somut ve nesnel bir şekilde bu işi yapmasını talep eder. Bu temel mantık üzerinden M’nin başkaca özelliklerini tahmin etmeye çalışabiliriz.
M, keyfî olarak her zaman şikayet eden kişi lehine (örnekte B) karar veremez. Eğer M her zaman şikayet edilen aleyhine karar veriyorsa, haklı olduğu hâlde şikayet edilen insanlar M’yi uyuşmazlık çözüm mercii olarak kabul etmez.
M, keyfî olarak her zaman şikayet edilen kişi lehine (örnekte A) karar veremez. Aksi takdirde haklı olduğu hâlde malı çalınan insanlar, saldırganı şikayet etmek zorunda kaldıkları için M gibi birini kabul etmez.
M; ırk, dil, din, renk, saç, boy gibi herhangi bir ölçüte bakarak karar veremez. Aksi takdirde bu ölçütlere uymayan insanlar tarafından tercih edilmez.
M, A ile B arasındaki her uyuşmazlıkta yetkili değildir. Çünkü piyasada her işlem gibi uyuşmazlık çözüm mercii belirlemek de ilgili tarafların gönüllü tercihleriyle gerçekleşir.
Liste böyle uzar gider ve elimizde bir sonuç kalır. M, sadece ve sadece uyuşmazlık konusu olayı değerlendirerek telefonun aslında kime ait olduğunu tespit edecektir. Bunu yaparken delillere bakacak, tarafları dinleyecek, olaya tanık olmuş kişileri dinleyecek ve elde etmiş olduğu somut ve nesnel veriler çerçevesinde uyuşmazlığı çözecek ve telefonun hangi tarafa ait olduğuna kanaat getirdiğini söyleyecektir. M’nin delillere bakması, objektif olması, kararını gerekçeli olarak açıklaması ve uyuşmazlık çözümünü mümkün olduğunca ustaca yönetmesinin sebebi hem A hem de B tarafından tercih edilmek istemesidir. M ancak böyle yaparsa uyuşmazlık yaşayan insanlar tarafından gelecekte çözüm mercii olarak kabul edilebilecektir. Görüldüğü üzere A ve B gibi M de kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmektedir. Unutulmaması gereken nokta, M’nin seçilmesinde A ve B’nin rızalarının olduğu ve başka bir uyuşmazlığın çözümünde M’yle anlaşmak zorunda olmadıkları gerçeğidir. Diğer bir uyuşmazlığı çözmesi için Z ile anlaşmaları mümkündür.
Bu akıl yürütme yöntemiyle anlıyoruz ki insanlar yaşadıkları uyuşmazlıkları üçüncü bir kişi yardımıyla, barışçıl yöntemle, üçüncü kişinin kim olacağına dair rızaya dayalı olacak şekilde çözmektedir. Eğer insanlar bunu yapmıyor olsaydı insanlık varlığını devam ettiremez ve/veya bugünkü modern konumuna erişemezdi ve şu an bu tartışmaları yapamıyor olurduk. İnsanları diğer canlılardan ayıran özellik, iş birliğinin ve barışçıl yöntemin bütün taraflar için faydalı olduğu gerçeğini keşfetmeleridir.
Asla akıldan çıkarılmaması gereken sonuç şudur: Günümüzde hâkim, mahkeme olarak bilinen uyuşmazlık çözüm mercileri, iki taraf arasındaki uyuşmazlığa bakarak “benim görüşüm şudur” diyen kişiden ibarettir. Daha fazlası değil.
Dikkat edelim ki mesele, görüşünü belirten M’nin bu görüşünde haklı veya âdil olup olmaması değil, M’nin seçilmesine dair yöntemdir.
IV. M’nin Her Zaman, Her Yerde, Her Uyuşmazlıkta Çözüm Mercii Olması: Devletçi Hukuk Düzeni
A ve B arasında ve hatta toplumdaki bütün insanlar arasında çıkabilecek her türlü uyuşmazlığın çözümünde M’nin yetkili olduğu ihtimali düşünelim. Öyle bir ihtimal ki, A ile M arasında çıkacak uyuşmazlıkları çözecek olan kişi de M’dir. Herhangi bir kişiyle M arasında çıkacak uyuşmazlığı çözecek olan kişi de yine M’dir.
Bu iddianın kulağa absürt gelmesi bir tarafa, böyle bir iddia yukarıda açıkladığım üzere uyuşmazlık çözümü dediğimiz konseptin tanımıyla, içeriğiyle, mantığıyla bağdaşmaz. Normal şartlarda bir insan, toplumun bütün üyelerinin uyuşmazlıklarını çözmede yetkili olduğunu, herhangi bir insanla kendisi arasında çıkacak uyuşmazlığı çözmede de yetkili olduğunu söylese büyük ihtimalle ciddiye bile alınmayacaktır. M’nin her zaman (az sayıda istisna olabilir) kendisi lehine karar vereceğini tahmin etmek zor değil. Böyle bir iddia toplumdaki herkes tarafından kabul edilmez. Ancak ona rağmen gerçekleşebilir mi? Elbette gerçekleşebilir ki bunun tek yolu M’nin barışçıl olmayan yöntemi, yani saldırı yöntemini kullanmasıdır.
M, böyle bir iddiayı ancak ve ancak saldırıyla, tehditle, korkutmayla gerçekleştirebilir. Eğer saldırı yöntemini kullanmadan bunu yapabilecek ise zaten insanların rızasını alarak bunu yapabilirdi. Ancak böyle bir durumun rızayla gerçekleşmeyeceği apaçıktır ki M’nin saldırı yöntemine başvurmasının gerekçesi de budur.
M, uyuşmazlık çözüm mercii olarak birçok kişi tarafından kabul edilse bile bütün uyuşmazlıkları çözeceğine dair herkesle yapılan bir anlaşma söz konusu olamaz. İki kişi, herhangi bir uyuşmazlığını bir başkası aracılığıyla çözmek isterse bunu özgürce yapabilir. M buna izin vermiyorsa M’nin saldırgan olduğunu, haksız olduğunu, bu eylemin kabul edilemez olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
V. Serbest Piyasada Uyuşmazlık Çözüm Mercileri
İnsan eylemi, en çok değer verilen hedefe yönelmiş amaçlı bir davranıştır (Praksiyoloji). Issız bir adada tek başına kalan insan önce yaşamını devam ettirecek ve daha sonra diğer taleplerini elde edebilecektir. Yaşamın devam ettirilmesi yemeyi-içmeyi kapsadığı gibi korunmayı da kapsar. Dış etkenlerden korunmak için gerekli eylemlerde bulunmak, insanın mutlaka tercih edeceği bir seçenektir. Bu bağlamda birey çevresindeki malzemelerden silah yapacak, korunaklı bir baraka inşa edecektir. Çevrede başka insanların da olması durumunda bu kişilerle işbirliği yaparak kendisini koruyacaktır.
Aynı mantık modern toplumdaki insan için de geçerlidir. Her bireyin öncelikli eylemleri hayatta kalmaya ve korunmaya yöneliktir. Ancak daha sonra diğer taleplerinin peşinden gidebilirler. Modern toplumda nasıl ki bireyler yiyecek ve içecek tüketmek zorunda hissedip bunu yapıyorsa, aynı şekilde korunmak için de eylemde bulunma mecburiyeti hisseder. Bunun ortaya çıkış şekli ise güvenlik hizmeti veren şirketlerdir.
Yazının başındaki örneği serbest piyasaya uyarlamaya çalışalım:
Örnek: A, B’ye ait olan telefonu çalmıştır. Daha sonra A ve B arasında uyuşmazlık başlar ve her ikisi de söz konusu telefonun kendisine ait olduğunu iddia eder.
Yukarıda uzun uzun anlatıldığı üzere A ve B birbirini öldürmez. B, kendisine güvenlik hizmeti sağlayan G2 şirketine durumu anlatacak ve kendisine ait olan telefonu A’dan geri almalarını talep edecektir. G2, A’nın yanına gidip telefonu geri ister. A, güvenlik hizmeti aldığı G1'i çağırmıştır ve artık G1 ile G2 karşı karşıyadır.
Güvenlik hizmeti veren bu iki şirketin çalışanları birbirini öldürür mü? Cevap yine yukarıda açıklandığı üzere hayırdır. Yapacakları şey barışçıl çözüm yöntemi için bir uyuşmazlık mercii, M, seçmektir. M’ye giderler ve M’nin vereceği karara uyacaklarını belirtirler. Eğer M’nin kararına uymayacak olsalardı zaten başta barışçıl çözüm yerine saldırganlığı seçerlerdi. M kararını verir ve çıkacak olan sonuca A ve B uymak zorunda kalır.
A veya B, teklif edilen uyuşmazlık çözüm şirketlerini sonsuza kadar reddedebilir mi? Yani bir taraf, diğer taraftan gelen N, O, P, R gibi önerilerin tamamını reddedebilir mi? Uyuşmazlığı çözecek mercii özgürce tercih etmek istemesi bir tarafa, A veya B böyle sonsuza kadar gidecek şekilde reddetmeyecektir. Çünkü eğer bir taraf, teklif edilen şirketlerin tamamını reddediyorsa acaba korktuğu, çekindiği bir şey mi vardır? 3–5 tanesini reddetmek toplumda normal karşılansa da belli bir noktadan sonra artık o kişinin haksız olduğu için hiçbir şirketi tercih etmediği fikri yayılmaya başlar. Sonuç olarak uyuşmazlığın taraflarından her ikisi de öyle veya böyle bir tane şirket üzerinde anlaşmak zorunda kalacaktır.
Bütün bunlar pratikte nasıl işler? İki tarafın asla ortak bir şirket üzerinde anlaşamaması gibi bir durum olabilir mi?
A ile B arasında çıkan uyuşmazlık çok yüksek ihtimalle her iki tarafın sigorta şirketleri aracılığıyla çözülecektir. Sigorta şirketleri, ortaya çıkabilecek riski hesaplayarak her birey için belli miktarda aylık-yıllık prim belirler ve bireyleri sigortalar. Günümüzde araç kazalarında sigorta şirketleri nasıl bir işleve sahipse, aynı mantık hukuk-güvenlik hizmetlerinde de geçerli olacaktır.
A ve B’nin sigorta şirketleri zaten daha önceden anlaşmış oldukları üzere belli bir uyuşmazlık çözüm merciine gider ve çıkan sonuca göre hareket eder. A’nın haksız olduğu tespit edildikten sonra A’nın sigorta şirketi S1, karar verilen tazminatı B’ye öder. Daha sonra S1 gerekirse A’ya rücu eder veya A’nın sigorta primini artırır. S1 ile A arasındaki sözleşme hükümleri uygulanır.
Sigorta şirketlerinin asla ortak bir uyuşmazlık çözüm mercii bulamaması oldukça düşük ihtimaldir. Çünkü kâr elde etmek isteyen bu sigorta şirketleri, rakip sigorta şirketleriyle anlaşıp ortak bir merci belirlemezse piyasada tutunamayacaktır. S3 isimli sigorta şirketi, piyasadaki diğer sigorta şirketlerinin birçoğuyla anlaşmamışsa ve kendi müşterilerine her durumda bir uyuşmazlık çözüm mercii sunamıyorsa hangi birey S3'ü tercih eder ki? S3, serbest piyasada nasıl para kazanabilir?
Devletin var olması gerektiğini, yani hukuk-güvenlik tekelinin olması gerektiğini savunan bir insan bu durumu şu şekilde düşünebilir. Günümüzde farklı ülkeler farklı egemenlik yetkilerine sahip olup çok farklı hukuk sistemlerini uygulamaktadır. Buna rağmen iki farklı devletin vatandaşı olan 2 kişi arasında uyuşmazlık çıktığında bu durum nasıl çözülür? Her ikisi de sonsuza kadar inat edip karşıdan gelen teklifi ret mi etmektedir? İki farklı ülke vatandaşı arasındaki uyuşmazlık yüzünden iki devlet birbirine savaş mı açmaktadır? Elbette hayır. Çözüm, önceden belirlenen kuralları uygulamaya sokmaktır. Belirlenen çeşitli kriterler dikkate alınır ve nerede hangi hukukun uygulanacağı tespit edilir. Günümüzde tek bir dünya devleti veya bütün ülkeler için bağlayıcı olan tek bir hukuk düzeni olmamasına rağmen, bir Alman ile bir Türk arasında çıkan uyuşmazlık önceden belirlenmiş barışçıl yöntemle çözüme kavuşturulur. Devletler arasında bile uyuşmazlığın barışçıl ve âdil bir şekilde çözülmesi gerektiği fikri hakimdir.
Bu örnek elbette tamamen serbest bir piyasadaki durumla bire bir aynı değildir. Ancak her ikisinin altında yatan mantık, iki bireyin uyuşmazlık yaşaması hâlinde bağlı oldukları kurumlar aracılığıyla durumu çözüme kavuşturmasıdır. Serbest piyasanın farkı, uyuşmazlık çözüm mercilerinin her zaman tüketicilerin onayına tâbi olmasıdır. Kötü bir hizmet sunan hukuk-güvenlik şirketi, müşterilerini para ödemeye zorlayamaz. Dileyen herkes dilediği zaman dilediği şekilde koruma şirketini değiştirebilir, başka şirketlerle anlaşma yapabilir.
VI. Sonuç
Unutmayalım ki insanların çoğunluğu toplumda barışçıl bir düzen oluşturulması gerektiği görüşünde. Böyle olmasaydı, yani kaosu ve yıkımı tercih eden insanların sayısı daha fazla olsaydı farklı görüşlerin bir araya gelip konuşması/tartışması mümkün olmazdı. Biz insanlar, barışçıl düzen oluşturmaya karar verdik; yalnızca bunun yöntemini gözden geçirmemiz gerekiyor.
Hukuk ve güvenlik sistemini tekel bir örgüte devretmemek kaosa yol açmaz. Devlet veya benzeri merkezi bir otoritenin elinden bu yetkiyi almak, barışçıl bir düzen için kaçınılmaz bir adımdır. Zira bu merkezi örgüt, belli bir bölgede kendisinin de dâhil olduğu bütün uyuşmazlıkların karara bağlanmasında söz sahipliğini devam ettirerek bir saldırı gerçekleştirmektedir. Bu saldırıya son vermeksizin barışçıl bir düzen kurmak nasıl mümkün olabilir? İnsanlık öldürmek, yaralamak, çalmak gibi eylemlerin kabul edilemez olduğuna karar verdiğine göre öncelikle bu eylemleri gerçekleştiren tekel örgütü ortadan kaldırmak gerekmez mi?
Özetle, hukuk ve güvenlik sistemini serbest piyasaya bırakmak hukuksuzluğa/yıkıma yol açmaz. Serbest piyasa düzensizlik veya hukuksuzluk anlamına gelmez. Serbest piyasada hukuk ve güvenlik hizmeti veren insanlar zorlamaya dayalı tekel örgütler değildir, hepsi bu. Ekmek, su, kalem, araba, bilgisayar, yolcu taşıma gibi ürün ve hizmetler nasıl ki önemliyse ve bunlar serbest piyasada çok daha âdil ve verimli işliyorsa; aynı şekilde hukuk ve güvenlik de son derece önemli bir hizmettir ve diğer bütün hizmetler gibi serbest piyasaya bırakılmalıdır. Devletler el koymadan önce tarihte buna dair örneklerin olduğunu, günümüzde bile borç meselesini çözmek isteyen iki kişinin amcalarına/teyzelerine danışıp onun önerdiği şekilde uyuşmazlığa son verdiklerini, birçok uyuşmazlığın özel arabuluculuk gibi uyuşmazlık çözüm mercileri tarafından karara bağlandığını da akıldan çıkarmamak gerekir.
Comentários