Bu Aslında Yeni Bir Fikir Değil
Jason Morgan - 12.04.2023
Son haftalarda haber bültenleri “ulusal ayrılık” (national divorce) söylentileriyle dolup taşıyor. Georgia eyaletinden kongre üyesi Marjorie Taylor Greene ulusal ayrılık hareketinin yüzü oldu ancak Greene, Cumhuriyetçi ve Demokrat eyaletlerin kendi yollarına gitmesi gerektiği yönündeki görüşünde pek de yalnız değil. Örneğin Mart ayında yetişkin Amerikalılar arasında yapılan bir anket, katılımcıların %20’sinin ülkenin kırmızı (Cumhuriyetçi) ve mavi (Demokrat) olarak ikiye ayrılmasından yana olduğunu ortaya koymuştur.
Eyalet düzeyinde de ayrılma (secession) ve eyalet sınırlarının yeniden çizilmesi tartışmaları giderek tırmanıyor. Yüksek vergiler, bunaltıcı ve ayak bağı hükümet regülasyonları ve Jabba the Hutt misali aşırı şişkin ve hantal bürokrasiden bıkan Kaliforniyalılar uzun zamandır eyaletlerini üçe bölmeyi tartışıyor; Monterey’den Los Angeles’a kadar uzanan altı vilayet Kaliforniya’nın ana gövdesini oluştururken, kuzey Kaliforniya ve güney Kaliforniya kendi başlarına hareket edecek. Oregon’un doğusundaki üçte ikilik kesim ise ezici bir çoğunlukla “Büyük Idaho”ya katılmayı ve böylece Antifa’nın etkisindeki Pasifik kıyısının çılgınlığından kurtulmayı tercih ediyor. Ve eğer TEXIT Referandum Tasarısı Teksas Eyalet Meclisi’nden geçerse, Teksaslılar bu yılın Kasım ayı gibi erken bir tarihte Birleşik Devletler’den ayrılmayı oylayabilirler.
Eyaletlerin ve hatta ülkenin parçalara ayrılmasına ilişkin bu tür tartışmalar memnuniyet verici ve muhteşem olmakla birlikte gecikmiş de sayılabilir. Ancak “ulusal ayrılık” konusunda bir düzeltme yapmakta da fayda var. Ulusal çapta bir ayrılık mümkün değildir çünkü hiçbir zaman ulusal çapta bir birleşme olmamıştır.
“Birleşik Devletler” diye bir şey yoktur. Lysander Spooner adlı büyük bir Amerikalı filozof 19. yüzyılda Anayasa’nın “hiçbir yetkisi” olmadığını ve kimseyi hiçbir şeye bağlamadığını belirtmiştir. Bugün Amerikalılar, yetişkin erkeklerin taytlar ve tokalı ayakkabılarla dolaştığı bir çağdan kalma siyasî bir anlaşmaya bağlıymışız gibi yaşamaya devam ediyor. Ama bu bir yanılsama, bir hülya.
Tabii bu, devlet gücünün gerçek olmadığını söylemek değildir. Devlet gücü gerçektir. Hatta fazlasıyla gerçek. Washington’daki hükümet ve ülkenin dört bir yanındaki çeşitli eyalet ve yerel yönetimler, üzerimizde efendilik taslıyor, paramızı çalıyor ve aynı zamanda kalpazanlık yapıyor, bizi aşağılayıcı itaat ritüellerine tâbi tutuyor ve küresel sahnedeki çete savaşlarına dâhil ediyorlar.
Çoğumuz bu saçmalığa boyun eğiyoruz. Hatta bazılarımız, belki de Stockholm Sendromu’ndan muzdarip olarak, bizi esir alanlar için ölmek soylu ve hoş bir şeymiş gibi davranıyor.
Dolayısıyla, ulusal bir ayrılıktan söz edildiğinde ya da aktivistlerin veya komşularımızın “Birlik”ten ayrılmaktan söz ettiklerini duyduğumuzda, genellikle dehşet içinde soluğumuzu tutuyoruz. Ne fikir ama! Kırmızı (Cumhuriyetçi) ve mavi (Demokrat) eyaletler pek iyi geçinemeyebilir, ancak birbirimize bağlıyız, dolayısıyla bununla yaşamayı öğrensek iyi olur. George Washington böyle demişti, Thomas Jefferson da öyle ve işte buradayız.
Ancak Lysander Spooner’ın “Birliğimizi” meydana getiren sözde birliktelikler hakkında dile getirdiği hususları bir düşünün. Spooner 1870 tarihli No Treason - No. VI: The Constitution of No Authority adlı eserine şöyle başlamaktadır:
Anayasa’nın hiçbir doğal yetkisi ya da bağlayıcılığı yoktur. İnsan ile insan arasında bir sözleşme olmadığı sürece hiçbir hükmü ya da yaptırım gücü yoktur. Ve şu anda var olan kişiler arasındaki bir sözleşme olma iddiasında bile bulunamaz. En fazla seksen yıl önce yaşamış kişiler arasında bir sözleşme olma iddiasındadır. Ve ancak o zaman, makul ve bağlayıcı sözleşmeler yapmaya yetkin olacak kadar sağduyulu yaşlara gelmiş kişiler arasında bir sözleşme olduğu varsayılabilir. Dahası, tarihsel olarak biliyoruz ki, o zamanlar var olan insanların bile sadece küçük bir kısmına bu konuda danışıldı, onlara soruldu ya da rıza veya muhalefetlerini resmî bir şekilde ifade etmelerine izin verildi. Eğer gerçekten resmî olarak rıza göstermiş olan kişiler olduysa da, bunların hepsi şu anda ölüdür. Çoğu kırk, elli, altmış ya da yetmiş yıldır ölüdür. Ve Anayasa, onların kendi aralarındaki sözleşmesi olduğu için, onlarla birlikte öldü. Anayasa’yı çocuklarına dayatmak ve zorunlu kılmak için doğal bir yetkileri ya da hakları yoktu. Eşyanın doğası gereği, bu sözleşme ile kendilerinden sonra gelecek olanları taahhüt altına almaları mümkün olmadığı gibi, bu yönde bir girişimde dahi bulunmamışlardır. Diğer bir deyişle, bu belge, o sırada var olan “halk” dışında herhangi bir organ arasında bir anlaşma olma iddiasında değildir; ne açıkça ne de zımnen, kendilerinden başka hiç kimseyi bağlayıcı nitelikte herhangi bir hak, yetki ya da eğilim ileri sürmektedir.
Spooner’ın argümanları bana göre yanlışlanamaz ve reddedilemez. Ulusal bir ayrılık istediğinizi mi söylüyorsunuz? Önce bana ulusal birliktelik belgemizi gösterin. Eğer Anayasa’nın bir kopyasını getirirseniz, o belgenin neresinde sizin ve benim adımızı ve birlikte yaşama isteğimizi teyit eden imzalarımızı gördüğünüzü bana göstermenizi istemek zorunda kalacağım. Eğer bunu yapamıyorsanız, demek ki hiç birliktelik kurmamışız ve dolayısıyla ayrılmamızın bir anlamı yok.
Burada üstünkörü bir değerlendirme söz konusudur. Elbette gerçek çok daha karmaşıktır. Evet, “yetkisiz anayasa”dan ayrılmanın, bu belgenin hükümsüz ve geçersiz olduğunu söylemekten çok daha zor olacağı doğrudur. Ayrılmak (secession) sadece çekip gitmekten daha fazlasını gerektirir.
Mart ayında Utah’ta polisin açtığı ateşin de gösterdiği gibi, bir Amerikalı, hükümetin zorbalığından kendini azat ettiğini ilan ettiğinde, hükümet neredeyse her zaman o Amerikalıyı oracıkta öldürerek karşılık verir. (“Ashli Babbitt” ismini bilenlere hükümetin vatanseverlere neler yaptığını hatırlatmaya gerek yok.)
Ancak Amerikalılar olarak özgürlüğümüz için hükümetle savaşmak zorunda kalırken, ne yapmayı önerdiğimiz ve amaçladığımız konusunda da net olmalıyız. Aradığımız şey hakkımız olan özgürlüğümüzdür. Nihayetinde, ulusal bir ayrılığa ihtiyacımız yok çünkü zaten hiç birleşmemiştik.
Comments